CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in son dönemdeki çıkışları, sokak çağrılarıyla başlayıp boykot listelerinin genişlemesiyle devam ediyor. Batı’dan, Avrupa’dan, hatta ABD’den taleplerde bulunurken, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i de dilinden düşürmüyor. Peki, bu hareketlilik ne anlama geliyor? Özgür Özel’in nihai amacı nedir? İBB soruşturmasını bir “siyasi darbe” olarak kabul ettirmek için iş dünyasını ve toplumu baskı altına almaya çalışması, hangi sonuçları doğurmayı hedefliyor? İngiltere’den, Avrupa Birliği’nden ya da ABD’den ne tür bir destek bekliyor ve bu güçlerin Türkiye’nin iç meselelerine müdahil olmasını neden istiyor? Hukuki süreçleri yargı yoluyla çözmek yerine sokak eylemlerine ve dış güçlere bel bağlayarak neyi planlıyor? CHP içindeki yıpratıcı rekabetin bu stratejilerdeki rolünü gizlemeye çalışırken, kişisel olarak hangi kazanımları elde etmeyi umuyor?
Bu soruların sayısını artırmak mümkün, ancak asıl önemli olan, bu hamlelerin altında yatan gerçek niyetleri ve olası sonuçları irdelemek. Sokak çağrıları ve boykot kampanyaları, kontrol edilemez bir noktaya vardığında ciddi riskler barındırıyor. Nitekim Maltepe mitinginin ardından boykot listesinde yer alan Espressolab’a yapılan saldırı, bu tehlikenin somut bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Polise asit ve baltayla yönelen saldırılar, merhum bir annenin hatırasına dahi dil uzatan çirkin söylemler, sokağın siyasi iradeyle kolayca dizginlenemeyeceğini açıkça gösteriyor. Kontrol edemediğiniz bir sokak hareketi, bir süre sonra sizi kendi dinamiklerine mahkûm eder ve bu durumun siyasi yansımaları, beklenenin aksine, çoğu zaman olumsuz olur.
Dış güçlere, özellikle de “emperyalist odaklar” olarak nitelenen yapılara yönelik çağrılar ise ayrı bir tartışma konusu. Bugüne dek terör örgütlerini maddi ve manevi açıdan besleyen, onlara silah, strateji ve lojistik destek sunan bu güçlerden, Türkiye’yi ve yönetimini karalayarak siyasi rant devşirmeye çalışmak, akılcı bir yol olabilir mi? Mehmet Şimşek’i her fırsatta hedef alarak Türkiye’nin ekonomik mücadelesini zayıflatmayı amaçlayan bir hesap, sonuçta kime zarar verir? Bu yaklaşım, Türk milletinin çıkarlarına değil, aksine ona köstek olan bir tavır değil midir?
İngiltere’den ya da İngiliz İşçi Partisi’nden “terk edilmişlik” hissi duymak, Türk milletine duyulan güvensizliğin bir yansıması gibi görünüyor. Emperyalist güçlerden medet ummak, sadece bir çaresizlik değil, aynı zamanda derin bir özgüven eksikliğidir. Gazze’de insanlık dışı bir vahşet yaşanırken, soykırıma göz yumanları demokrasi ve adaletin temsilcisi saymak, bu acziyetin bir başka boyutudur. ABD’den yardım beklemek de farklı değil; Filistin’e destek verenlerin baskılandığı, hukuksuzluk ve anti-demokratik uygulamaların sıradanlaştığı bir ülkeye umut bağlamak, Türkiye’nin bu konudaki duyarlılığını gölgelemekten başka neye yarar? Türkiye’nin iç meselelerini dış aktörlere teslim etmek, FETÖ gibi ihanet şebekelerini sevindirmekten ve ülkenin düşmanlarını cesaretlendirmekten öteye gitmez.
Emperyalist güçlerden çözüm aramak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yıllar önce ortaya koyduğu ve bugün hâlâ geçerliliğini koruyan bir gerçeği göz ardı etmektir. Atatürk’ün, “Bağımsızlığını yabancıların nasihatleri ve planlarıyla kazanan bir millet yoktur” sözü, tarihin değişmez bir dersidir. Türkiye, emperyalizme karşı yalnızca kendi bağımsızlığını korumakla yetinmemiş, aynı zamanda bu güçlerin Türk milletini kendi emellerine alet etmesine de engel olmuştur. Bugünün meselelerini çözmek için Batı’ya el açmak, bu mirasa ters düşmek değil midir? Özgür Özel’in stratejisi, hem içeride hem dışarıda tartışılması gereken bu sorularla dolu bir tabloyu önümüze koyuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Türkiye'nin Partisi AkParti