İnsanın kendi kul hakkına girmesi, ilk duyulduğumuzda kulağa biraz paradoksal gelir. Çünkü “kul hakkı” denince aklımıza hemen bir başkasının hakkı, emeği, malı, canı, namusu gelir. Oysa kişinin en çok çiğnediği kul hakkı, çoğu zaman kendi nefsine karşı işlediği haklardır. Bu, İslam ahlak literatüründe pek az doğrudan başlık yapılmış bir meseledir; ama Kur’an’ın ruhu ve Hz. Peygamber’in hayatı incelendiğinde, insanın kendine karşı da sorumlu olduğu açıkça görülür.
Kendi kul hakkına girmek, en basit tanımıyla, Allah’ın sana emanet ettiği bedeni, aklı, ömrü, yetenekleri heba etmek, onlara zulmetmektir. Bu zulüm bazen çok bariz olur: intihar, uyuşturucu, aşırı alkol… Ama çoğu zaman çok sinsi ve “meşru” kılıflarla gelir.Mesela bir insan yıllarca uykusuz kalıp vücudunu harap eder, “çalışıyorum” der. Hâlbuki bedeninin uyku hakkı vardır; o hakkı gasp ediyorsun. Yemekten içmekten kesilip “diyet yapıyorum” ya da “zamanım yok” diyerek yıllarca sağlığını bozar; oysa midenin, damarlarının, kalbinin hakkı vardır. “Kimse bana karışamaz” diyerek yıllarca içki içer, karaciğerini çürütür; o karaciğerin de hakkı vardır. Günlerce, aylarca, yıllarca sosyal medyada, dizide, boş lakırdıda vakit öldürür; oysa ömrünün her saniyesinin hakkı vardır.Bu haklar öyle haklardır ki, kıyamet günü sahibi şikâyetçi olduğunda “Ama ben kendime yaptım, kimseye zararım olmadı” deme lüksün yoktur. Çünkü sen kendine ait değilsin. Sen Allah’ın kulusun ve sana emanet edilen her şeyin hesabı sorulacak. Hadiste geçtiği üzere, kıyamet günü ayaklar yerinden kımıldamaz ta ki kişiye dört şey sorulana kadar: Ömrünü nerede tükettiği, gençliğini nasıl geçirdiği, malını nereden kazanıp nereye harcadığı… ve ilmiyle ne yaptığı. Dördünün de ortak noktası: Sana emanet edilen şeylere ne kadar hıyanet ettiğin.
Kendi nefsine zulüm, aynı zamanda başkalarına da zulümdür; çünkü sen topluma, ailene, ümmete karşı da sorumlusun. Hasta bir baba, çocuklarına yük olur. Aklı dağılmış bir anne, evladının ruhunu yaralar. Yorgunluktan bitap düşmüş bir insan, çevresine sevgiyle bakamaz olur. Yani kendine ettiğin zulmün faturası, er ya da geç başkalarına çıkar.En tehlikelisi ise ruhuna ettiğin zulüm. Yıllarca harama bakmakla gözünün, haram sözlerle dilinin, haram düşüncelerle kalbinin nurunu söndürürsün. Sonra “Ben neden huzur bulamıyorum?” diye sorarsın. Huzur bulamazsın, çünkü kendi ruhunun hakkını yedin. Namazı erteleyerek, Kur’an’ı terk ederek, tefekkürü bırakarak kendi ruhuna ihanet ettin. O ruh, kıyamet günü “Ya Rabbi, bu kulun beni aç bıraktı, susuz bıraktı” diyecek.
Kendi kul hakkına girmemek için yapılması gereken çok basit görünüyor ama çok zor: Kendine bir yabancı gibi muamele etmek. Sanki çok sevdiğin bir dostunun bedeni, ömrü, ruhu sana emanet edilmiş gibi davranmak. Ona nasıl kıyamazsan, kendine de öyle kıyamayacaksın. Ona nasıl güzel yemek, güzel uyku, güzel söz layık görüyorsan, kendine de öyle layık göreceksin. Ona “Bu kadar uykusuz bırakılır mı?” diye kızıyorsan, kendine de kızacaksın.
Kul hakkı sadece başkalarına karşı değil, evvela kendine karşı işlenir. Ve en ağır hesap, insanın kendi nefsine verdiği hesap olacaktır. Çünkü başkasına yaptığın zulmü telafi edebilirsin; özür dilersin, helallik alırsın. Ama kendine yaptığın zulmü telafi edecek vakit, çoğu zaman geri gelmez.Allah cümlemizi kendi nefsine zulmedenlerden değil, nefsine merhamet eden, böylece Rabbine ve insanlara da merhamet edebilen kullarından eylesin.
Kendi kul hakkına girmek, en basit tanımıyla, Allah’ın sana emanet ettiği bedeni, aklı, ömrü, yetenekleri heba etmek, onlara zulmetmektir. Bu zulüm bazen çok bariz olur: intihar, uyuşturucu, aşırı alkol… Ama çoğu zaman çok sinsi ve “meşru” kılıflarla gelir.Mesela bir insan yıllarca uykusuz kalıp vücudunu harap eder, “çalışıyorum” der. Hâlbuki bedeninin uyku hakkı vardır; o hakkı gasp ediyorsun. Yemekten içmekten kesilip “diyet yapıyorum” ya da “zamanım yok” diyerek yıllarca sağlığını bozar; oysa midenin, damarlarının, kalbinin hakkı vardır. “Kimse bana karışamaz” diyerek yıllarca içki içer, karaciğerini çürütür; o karaciğerin de hakkı vardır. Günlerce, aylarca, yıllarca sosyal medyada, dizide, boş lakırdıda vakit öldürür; oysa ömrünün her saniyesinin hakkı vardır.Bu haklar öyle haklardır ki, kıyamet günü sahibi şikâyetçi olduğunda “Ama ben kendime yaptım, kimseye zararım olmadı” deme lüksün yoktur. Çünkü sen kendine ait değilsin. Sen Allah’ın kulusun ve sana emanet edilen her şeyin hesabı sorulacak. Hadiste geçtiği üzere, kıyamet günü ayaklar yerinden kımıldamaz ta ki kişiye dört şey sorulana kadar: Ömrünü nerede tükettiği, gençliğini nasıl geçirdiği, malını nereden kazanıp nereye harcadığı… ve ilmiyle ne yaptığı. Dördünün de ortak noktası: Sana emanet edilen şeylere ne kadar hıyanet ettiğin.
Kendi nefsine zulüm, aynı zamanda başkalarına da zulümdür; çünkü sen topluma, ailene, ümmete karşı da sorumlusun. Hasta bir baba, çocuklarına yük olur. Aklı dağılmış bir anne, evladının ruhunu yaralar. Yorgunluktan bitap düşmüş bir insan, çevresine sevgiyle bakamaz olur. Yani kendine ettiğin zulmün faturası, er ya da geç başkalarına çıkar.En tehlikelisi ise ruhuna ettiğin zulüm. Yıllarca harama bakmakla gözünün, haram sözlerle dilinin, haram düşüncelerle kalbinin nurunu söndürürsün. Sonra “Ben neden huzur bulamıyorum?” diye sorarsın. Huzur bulamazsın, çünkü kendi ruhunun hakkını yedin. Namazı erteleyerek, Kur’an’ı terk ederek, tefekkürü bırakarak kendi ruhuna ihanet ettin. O ruh, kıyamet günü “Ya Rabbi, bu kulun beni aç bıraktı, susuz bıraktı” diyecek.
Kendi kul hakkına girmemek için yapılması gereken çok basit görünüyor ama çok zor: Kendine bir yabancı gibi muamele etmek. Sanki çok sevdiğin bir dostunun bedeni, ömrü, ruhu sana emanet edilmiş gibi davranmak. Ona nasıl kıyamazsan, kendine de öyle kıyamayacaksın. Ona nasıl güzel yemek, güzel uyku, güzel söz layık görüyorsan, kendine de öyle layık göreceksin. Ona “Bu kadar uykusuz bırakılır mı?” diye kızıyorsan, kendine de kızacaksın.
Kul hakkı sadece başkalarına karşı değil, evvela kendine karşı işlenir. Ve en ağır hesap, insanın kendi nefsine verdiği hesap olacaktır. Çünkü başkasına yaptığın zulmü telafi edebilirsin; özür dilersin, helallik alırsın. Ama kendine yaptığın zulmü telafi edecek vakit, çoğu zaman geri gelmez.Allah cümlemizi kendi nefsine zulmedenlerden değil, nefsine merhamet eden, böylece Rabbine ve insanlara da merhamet edebilen kullarından eylesin.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Türkiye'nin Partisi AkParti